Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Üç çocuk yapma; üç kitap oku!

2 posters

Aşağa gitmek

Üç çocuk yapma; üç kitap oku! Empty Üç çocuk yapma; üç kitap oku!

Mesaj tarafından YILDIRAN Salı Mart 23, 2010 4:58 pm

İlköğretim sekiz sene, dört yıl da lise, etti on iki yıl. Yedi yaşında gıcır gıcır önlüklerini giyip "Türküm doğruyum çalışkanım" diye and içmeye başlayan, Tarih, Coğrafya, Türkçe Matematik, Fen, derken bütün mukaddes ilimlerin her birinden on iki yıl boyunca sınava giren ve her sene liselerinden 1,5 milyonun üzerinde öğrenciyi mezun veren çağdaş Türkiye'de, nereye gidiyor bu kadar okuyan insan diye merak etmiyor değil insan.

Türkiye'de yayımlanan gazetelerin günlük toplam satışı 6 milyonu bile bulmuyor. (Bin Japon'dan 557'si gazete okurken bin Türk'ten sadece 61'i gazete okuyor.) Kitap okuyan sayısı ise her geçen gün hızla düşüyor. Son üç yılda yüzde otuz düşmüş durumda ve onca reklama, göz boyamaya ve süslü püslü medyatik yazarımıza rağmen her geçen yıl daha da düşüyor. (Kitap okumada 173 ülke arasında 86'ıncıyız.)

Bu gençler kitap ve gazete okumuyorlar anladık. Peki ne yapıyorlar? O kadar ders gördüler, sınavlara girdiler, beyinlerini geliştirdiler, bu bilgilerini halkla paylaşma zamanı geldi. Önlerinde üniversite var, hani şu dünyanın en iyi 500 üniversitesine arada sırada sadece bir tanesini sokabildiğimiz o güzide üniversitelerimizde, yani çeviri Türkçe'siyle evrenkentlerimizde okuma zamanları geldi.

Her yıl 2 milyon kişi giriyor üniversite sınavına, sadece 300.000'i doğru düzgün okullarda okuma şansına eriyor. Oralardan mezun olanların da halini biliyoruz zaten, işsiz güçsüz ve kitapsız olarak yaşamlarına devam ediyorlar.

Küba'da bir kitap fuarında bir hafta içerisinde 100.000 kitap satılıyor ki Küba'nın nüfusu zaten 10 milyon civarı. (Yani Türkiye'de bir kitap fuarında bir haftada 7 milyon kitap satılabileceğini düşünebiliyor musunuz? 73 milyonluk koca Türkiye'de yılda topu topu 23 milyon kitap basılıyor. 123 milyon nüfuslu Japonya'da ise yılda 4 milyar adet.)
Japonya'nın en fazla okunan gazetesinin günlük tirajı 10 milyon, yılda da bir Japon'a 25 kitap düşüyor, bir Fransız'a 7, bir Türk'e ise 10 yılda sadece bir kitap.

Rakamlar böyle söylüyor. 8 yılı zorunlu 4 yılı da zorunsuz 12 yıl eğitim gören evlâtlarımız ne bir meslek becerisi geliştiriyorlar, ne de beyinleri dolu bir insan olarak yetişiyorlar. Ne fikriyle, ne de becerileriyle bu ülkeye hiç bir şey veremiyorlar. Çağdaş dünyadan, ülke sorunlarından uzak, sadece Malazgirt zaferlerini hatırlayarak, geçmişten kaçarak, gelecekten korkarak, kenara itilmiş, umutsuz, üretkenlikten uzak, sadece tüketime aç insanlar olarak topluma karışıyorlar. Ama hiç biri de suçlu değil. Suçlu olan onlara koca 12 senede tek bir gazete bile okutamadan, bir tane bile kitabı sevdirtemeden, hatta tam aksine yazılı her nüshadan nefret ettirmeyi başararak yıllarını heba ettiren devletimizin eğitim politikasında.

Bir zamanlar Köy Enstitülerimiz vardı hatırlıyor musunuz?

"Ülkenin dört bir yanına yayılan eğitmenler bir taraftan okuma yazma öğretir, diğer taraftan doğrudan köylülerin üretim artışına yönelik pratik işlere girişirlerdi. Kısa sürede bu eğitmenlerin gittiği köylerde sosyal faaliyet artar, köylerde tiyatro bile kurulur, köy kahvelerinde okuma odaları açılırdı. (İlk kıraathaneler 1652 yılından itibaren İngiltere'de coffeehouse adıyla, yani kahvehane adıyla açılmaya başlamıştır. Buralar entelektüellerin çeşitli tartışmalar yaptığı yerler olarak da nam saldığından, İngiltere'de kahvehanelere Penny Üniversiteleri adı da verilmiştir. -O zamanlar bir fincan kahve 1 Penny'e satılıyordu.- Bizde de kahvehanelere
'Kıraathane'denilmesinin nedeni budur aslında. Kıraat, Arapça okuma anlamına gelir. Müşterilerinin okumaları için gazete ve dergi bulunduran geniş, temiz ve iyi döşenmiş mekân. Şimdi kıraathanelerde kitap gazete okuyan kaç kişi görüyorsunuz?)

Köy Enstitüleri açıldığında zamanın Amerikan hükümetinin hazırladığı istihbarat raporunda "Dikkatli olun Türkler büyük bir eğitim atılımıyla geliyor" denmişti.

"Kitap kurşundan daha etkilidir" diyerek Köy
Enstitülerin açılması taraftarı olan İsmet İnönü, Kepirtepe Köy Enstitüsü'nde bir kız öğrenciye "çantanda ne var, görebilir miyim" diye sorar. Öğrenci çantasından ekmek-köfte ve dünya klâsiklerinden bir eseri çıkararak gösterir. İnönü sevinerek çevresindekilere, "Ne zaman Türkiye'de erinden generaline, sade vatandaşından cumhurbaşkanına kadar herkes 'ekmekle kitabı' bir araya getirebilirse gerçek kalkınma başlamış demektir" der.

Ulusal ve devrimci niteliğiyle öne çıkarak "köyü ve köylüyü aydınlığa ulaştırma çabası ve sorumluluğu içinde eğitim veren Köy Enstitüleri "komünist yuvaları" olduğu gerekçesiyle DP iktidarı tarafından 1954'te kapatıldı. İsmet İnönü de sağcıların yükselmesi karşısında siyasi erime korkusu altında ezilip buna destek vermişti. Ardından da imam hatip okulları açıldı ve okullarda zorunlu din dersleri okutulmaya başlandı.

Ülkemizin bağımsızlık politikasına sıkılan en etkili kurşundur Köy Enstitülerin kapatılması. Bu tarihten sonra eğitimin içeriği ve amacı değiştirilmiş, köylüye verilen entelektüel ağırlıklı eğitim yerini ezberci ve içi boş eğitime bırakmıştır.

Şu anki gerek özel olsun, gerek devlet olsun tüm okullarımızda da durum farklı değildir. Tartışma derslerinin olmadığı, kültürel faaliyetleri teşvik edici, öğretici, ve uygulamalı hiç bir dersin olmaması, gençlere münazara adabının öğretilmediği, tarihsel ve bilimsel kanıtları inceleyip, yorum yapma, mukayese etme, bir fikri çok yönlü analiz etme ve eleştirme becerilerini geliştirmeye yönlendirmeyen bir eğitim sisteminin çağdaş demokratik bir devlette yeri yoktur, olmamalıdır.
* * *
Şimdi bir de madalyonun öteki yüzü var tabi.

Fikret Başkaya'nın bir sözü var: "Üniversiteler de dahil, eğitim sistemi hakim ideolojinin hegemonyasındadır!"

Eğitimin temel görevi, okuyan, düşünen, iletişim kurabilen, tartışan, analiz yapan, araştıran, geniş bir dünya görüşüne, bir vizyona, dengeli ve sağlıklı bir mantık anlayışına, insan haklarına saygılı, topluma, dünyaya, doğaya, kısacası bütün canlılara ve demokrasiye karşı sorumluluk duyan, yapıcı, yaratıcı, problem çözme yeteneği gelişmiş, çağın gerektirdiği bilgi ve kültür donanımıyla yaşama hazırlanmış aydın kimseler yetiştirmek değil midir?

Bu kişileri ilgi ve kabiliyetlerine göre yetiştirerek, sorumluluk sahibi, üretken, birlikte emek verme ve paylaşma alışkanlığı edinmiş, kendilerini tatmin edecek, topluma ise bir şeyler kazandırabilecek bir iş sahibi edinmesini sağlamak değil midir?

Peki bizim eğitim sistemimiz bunun için mi var? Yoksa, sosyal gerçeklerden uzak, sanattan, bilimden kopmuş, kendi çıkarı için diğerlerinin eksikliklerini, yetersizliklerini çiğnemekten kaçınmayan, düşünmeyi yumruk yumruğa kavga etmekten daha yorucu gören, kendini kelimelerle yeterli ölçüde ifade edemeyen, sığ görüşlü, tek tip insan yetiştirebilmek için mi çalışıyor? Öğrencilerine düşünmeyi değil, ezberlemeyi; okumayı ve yorumlamayı değil, sosyal hayatta sağlam hiç bir işlevselliği olmayan yığınla bilgiyi, hiç sorgu veya sual süzgecinden geçirmeden kabul etmeyi öğretmiyor mu?

Özgürce düşünmeyen, doğruyu bulabilmek için karşı fikirleri de dinleyen, okuyan, araştıran, sağduyulu, hoşgörülü, sorunlara eleştirel yaklaşabilecek bireyleri yetiştiremeyen bir eğitim kurumu, okul falan değil, gözümde mezbahadan farksızdır.

Maalesef Türkiye'deki, üniversiteler dahil bütün okullar böyledir. İnsanların farklı düşüncelerini, geleneklerden uzak her türlü yaratıcı fikirlerini, marazî bir dal gibi kesip budarlar. Bunun için vardırlar. "Ezberle ve sınav kazan" politikası üzerine yığdıkları, siyasi otoritenin dayatmaları altında ezerek, gerektiğinde asker, gerektiğinde oy makinesi, gerektiğinde vergi cüzdanı, ama her zaman cahil, vizyonsuz ve örgütsüz yığınlar haline getirdiği insanlarını kolayca gütmek için devletin resmî ideolojisi için çalışırlar.

Bu Avrupa'daki ve Amerika'daki okullarda da böyledir, bizim içler acısı okullarımızda da. Yani kimse elindeki diplomayla aydın falan olmaz. Biz daha insanî bir eğitim modeline geçemediğimiz için eğitimimizin olması gereken çağdaş özelliklerini ve demokratik derinliklerini yargılama lüksüne ulaşamadık tabi.

Hatırlayınız, milletvekilleri için, ziyaret ettikleri okulların öğrencilerine tuvaletin kapısında havlu tutturanlar, o okullardaki öğretmenler ve yöneticilerdi. Pişkin pişkin ellerini o havlulara silenler de vatandaşlarını oy ve vergi kapısı olarak görmekten hiç bir zaman vazgeçmemiş olan milletvekilleriydi. Şaşırmamak lâzım, vatandaşlarına her türlü kalitesiz ürünü (hiç bir şeyde Avrupa standartlarını tutturamayıp pahalılığa gelince asla zengin Avrupa kentlerinin altında kalmayan) en fahiş fiyatlarla satan, her yerin özelleştirilmesini isteyen politikacıların, özelleşmemiş, devlet okullarında okuyup para kapısı olamayan vatandaşlarının 10 yaşındaki küçük çocuklarını tuvalet bekçisi olarak görmeleri çok doğaldır zaten.

Peki Avrupa'dan ve Amerika'dan bizi ayıran şey sadece çocuklarımıza milletvekillerinin tuvaletten çıkan amonyaklı ellerini kurulatma şerefine eriştirmemiz mi? Neden bizim üniversitelerimiz dünyanın en iyi ilk 500 evrenkentinde yok? Neden kitap okuyan insanlar, toplumun büyük bir kısmı tarafından boşa vakit geçiren insanlar olarak görülürler?

Nedenlerden birisi hatta temeli, okullarımızın, hayatlarında hemen hemen hiç işe yaramayacak, ezbere ve tamamen sınava dayalı yığınla boş teorik bilgiyle, çocuklarımızı okuma sevgisinden daha da uzaklaştırmaları olabilir mi? Tevekkeli değil ya, Müslüman olmakla övünen ülkemiz kutsal kitabını bile Arapça okumak için kurslara koşuyor, Türkçe yazılmış her türlü gazete dergi ve kitaptan olabildiğince uzak duruyor. Sonra üniversite sınavına hazırlansın diye evlâtlarını yığınla para ödeyip özel dershanelere gönderiyor. Okumaktan bu kadar çok nefret edip de özel okullara ve dershanelere bu kadar çok para harcayan dünyada başka bir ülke daha var mıdır acaba? Eğitime ve kültüre bu kadar kolay, sadece para ödeyerek sahip olabileceklerine inanan başka zavallılar var mıdır?

Birini, sırf söylediklerine çoğunluğun katılmamasından dolayı susturmaya çalışmak, demokratik hukuk devletinin en büyük ayıbıdır. Ve bu ayıp, yeni fikirler üretemeyen, farklı çözüm yollarını araştırmayan, düşünmekten, sorgulamaktan korkup aydın insanlara tahammül etmekte her geçen gün daha fazla zorlanan hoşgörüsüz toplumların en büyük onur kaynağıdır.

Okullarımızdaki "okumaktan" nefret ettirme politikası sürdükçe, bilimden ve demokrasiden uzak, gitgide ticaret ve eğlence merkezleri haline dönüşen üniversitelerimiz insafsızca siyasete ve yarışma kültürüne alet edildikçe, maalesef daha çok "Hepimiz Ermeni" ve "Uğur Mumcu" oluruz bu memlekette! Ve maalesef dünyanın en cahil insanlarının toplandığı "medenîyetler buluşması" devleti olmaya da devam ederiz. Hem de fakirlikten inim inim inleyerek nüfusu hızla artan, kütüphane ve "okuyucu" yoksunu, okuldan çok adım başı camisi olan, ömürlerinde 3 tane bile kitap okumayıp 3'er tane çocuk yapan, kadınlarını kızlarını evlere ve dedikoduya hapseden, sadece televizyondan yayılan ışıkla evlerindeki ve beyinlerindeki karanlığı aydınlatan bir ülke!

Ama bu durumu değiştirmek biraz da kendi elimizde. Her şeyi devletten beklememek gerek.

Meselâ önce, Mustafa Kemal'i Atatürk yapan şeyin, sadece düşmanı ülkeden temizlemek olmadığını, sadece cumhuriyet mitinglerine katılıp bayrak sallamanın bu ülkeyi çağdaşlaştırmaya yetmeyeceğini anlasak, çağdaş bir ülkenin önce fikirle, yaratıcı akılla kurulduğunu, o ülkedeki demokrasi çarkının dönmesi için de daha çok fikre, üretime, sanatçıya ve bilim adamına ihtiyaç olduğunu anlasak; Avrupa Birliği'nde serbest dolaşım hakkını kazanmanın beynimizi çalıştırmaya yeterli olmayacağını anlasak, demokrasi mirasının üzerine konmanın üzerinde Cumhuriyet yazan nüfus cüzdanı taşımakla yetmeyeceğini, o mirası korumak ve daha da zenginleştirmek için çağdaşlığı, uygarlığı, gelişmişliği hak etmek için önce kendimizi geliştirmemiz gerektiğini anlasak; bu ülkenin yetiştirdiği sanatçılarla, önce "işlerini güzel" yaptıkları için gurur duysak ve siyasi fikirleri ne olursa olsun onlara bizim ülkemizin sanatçıları olduğu için sahip çıkıp yargılamadan önce eserlerini okuyup bir şeyler öğrenmeye çalışsak; sonra çocuklarımızı parayla satın alabileceğimizi sandığımız boş bir eğitim hayatına baskıyla, dayakla, tehditle itekleyeceğimize, önce kendi beyinlerimizi eğitsek, ona biraz kitap okuma egzersiz yaptırsak, çocuklarımıza iyi bir örnek olsak!

Evet, üstelik de hemen şimdi! Ülkemizi saplandığı karanlıktan kurtarmak için sanırım günde bir dakika ışık söndürme eylemlerinden ve panayıra benzeyen cumhuriyet mitinglerinden biraz daha kalıcı eylemlere imza atmamızın zamanı geldi.

Meselâ hafta sonları, televizyon başında göbek büyüterek geçirdiğimiz o çok eğlenceli (?) zamanımızdan bir iki saatçiğini kitap okumaya ayırsak. Alim olmak için emekli olmayı beklemesek, üniversiteliler neyse de düzenli gelirleri olan az buçuk mürekkep yalamış kimseler, kapitalizmle savaşmanın yazarların ve çevirmenlerin hakkını gasp eden korsancılara para kazandırmak olmadığını anlayıp (gerçi bana göre yazarlara sadaka niyetine telif hakkı ödeyen yayınevleri ile korsancılar arasında bir fark yok) "ne kadar çok pahalı bu kitaplar" diye okumamaya bahaneler uydurmak yerine bar kelebekliği yaparken iki-üç bira daha az içerek ayda en az bir kitap alıp okusak, cd reyonlarını gezdiğimiz gibi bir de kitap reyonlarını gezsek, acaba ne yazıyor bu insanlar, neden yazıyorlar, dertleri ne diye merak edip bir kere eşikten adımlarımızı atsak, hayatımızda bir kere olsun bir kitapçıya giderek küçük bir başlangıç yapsak, o kitaplardan maya gibi tüten mürekkep kokularını, saman kokan, toprak kokan kâğıtları bir kerecik ciğerlerimize çeksek ve bir kitabın kapağını kaldırıp başka hiç bir şeyde tadını bulamayacağınız o büyülü dünyanın kapılarını yüreğimize açsak, okumanın göz yormayacağını, beyni soldurmayacağını, bunun solculukla sağcılıkla alâkası olmadığını anlasak, biraz cesaret edip hayatımızda küçük bir değişiklik yapsak, bir kitap alarak hafta sonuna başlasak ne kaybederiz acaba?

Dahası iç benliğimize neler kazandırırız acaba?

MEHMET ATILGAN ASLAN
YILDIRAN
YILDIRAN
Aktif Üye
Aktif Üye

Mesaj Sayısı : 143
Kayıt tarihi : 07/03/10

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Üç çocuk yapma; üç kitap oku! Empty Geri: Üç çocuk yapma; üç kitap oku!

Mesaj tarafından Kızılalmıla Salı Mayıs 18, 2010 10:22 pm

Eyvallah gardasim yazi icin sag ol da

Üç çocuk yapma; üç kitap oku!
hosuma gitmedi Smile

Bence hem Cocuk yapip hem Kitap okunmali
Egitmden vazgecmek dogru olmaz
Egitim sart !!!

Hep söylerim en Iyi ve en Güclü Silah KALEMDIR !!!
TÜRKLERIN > SOYUNUN TÜREMESINDEN sikayetci degilim
bu DEVLET ve MILLET adina cok Önemli ve Gerekli oldugunu
düsünüyorum ama burada Cocuk yapip dogurmakla bitmiyor tabi is
bu Devlete yakisir bir sekilde yetistirmek zorundayiz.

Esen kalin
avatar
Kızılalmıla
Yasaklı

Mesaj Sayısı : 2
Kayıt tarihi : 18/05/10

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Sayfa başına dön

- Similar topics

 
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz